Beylerbeyi ve Ortaköy boğazın her iki yakasında yer alan iki güzide semt. Önemli özelliklerine karşı ortak, benzer tarafları ise oldukça fazla. Öncelikle her ikisi de boğaz köprüsü ayakları altında yer alıyor. İkisinde de birer yalı camisi var. Beylerbeyinde Beylerbeyi Sarayı, Ortaköy de Çırağan Sarayı rekabeti daha da artırıyor. İki semtte de Saraylar, camiler gece ışıl ışıl renk efektleri ile aydınlatılıyor.

Garip bir tesadüf her iki yakadaki camide deniz kenarında bulunması nedeniyle kubbelerinde fazla ağırlık olmaması için ahşap olarak inşa edilmiş ve ikisi de farklı zamanlarda yangın geçirmiş ve sonradan restorasyon görmüşler. İki ayrı kıtanın bir başka hoşgörülü özelliği de camilerin yanı sıra diğer dinlere ait mabetlerin bir arada bulunması. Türklerin diğer dinlere olan saygısının en güzel görülen örneği Ortaköy de cami, sinagog, kilise mozaiği yan yana yer alırken, Beylerbeyi Kuzguncuk arasında cami ve kiliseyi bir arada görmek mümkün oluyor.

İki semtte de çevrede çok sayıda restoranlar, cafeler, çay bahçeleri, midyeciler, parklar var. Öyle böyle değil yarış devam ediyor maalesef her iki semtin kanalizasyonları cami önlerinden denize akıyor!.

Her ikisinin de birer iskelesi var, şehir hatları tarifeli seferleriyle gemiler yanaşıyor. Bu iskelelerde karaya ayak basanlar için belki yok ama , Boğaz Köprüsüyle Anadolu dan Avrupa ya, Avrupa dan Anadolu ya yolculuk yapanları “Avrupa Kıtasına veya Asya Kıtasına Hoş geldiniz.” tabelaları karşılıyor.

Bu semtlerin farklı tarafları da yok değil tabi, mesela özellikle Avrupa sahili silueti üzerinden gün batımı Beylerbeyi sahilinden zevkle seyredilirken, mehtabın bilhassa Eylül Ekim aylarına rastlayan dönemlerinde Beylerbeyi sırtlarından doğuşuyla Beylerbeyi Sarayı eteklerine vuran yansıması Avrupa yakasında Ortaköy’den seyri muhteşem oluyor.

Günümüzde Beylerbeyi cıvıl cıvıl, boğaz havası almak, iki çöp midye tava yemek, veya sahilde olta sallamak, yorgunluk atmak amacıyla sahil, restoranlar, cafeler soluklanmak isteyenlerin mekanı olurken Beylerbeyi tüm gelişmelere karşı eski ve köklü bir semt olduğunu sahile diktiği tabelasıyla vurgulamaya çalışıyor. Geçmişte anlatılanlar ise gülümsemeyle hatırlanıyor.

Eski Beylerbeyinde “şirket-i Vapurları iskeleye geldiği zaman vapura binmek isteyen İstanbul beyefendileri birbirlerine aman efendim siz önden buyurun yok canım hiç olur mu, istirham ederim sizden sonra, siz buyurun demekten vapur 15 dakika rötar yaparmış! (Eskiden ne de güzelmiş dedirtiyor insana)

İskelelerde yaşanan bu inme binme süresindeki teşrifat merasimi yüzünden “Çengelköy’ün zerzevatı, Beylerbeyinin teşrifatı, Kuzguncuk’un haşaratı, Üsküdar’ın hırdavatı diye, vapurun gecikme nedenini anlatan kaptana ait sözler tekerleme halini almış.

Bu köklü semtten belki de bir çok kişinin gözünden kaçan detayları da görmek mümkün oluyor. Beylerbeyi Camisinin yol tarafında bulunan iki basamaklı taş Padişahın Beylerbeyi Sarayından çıkıp aköy’e geçerek devam ediyoruz. Ortaköy gerek mimarisi gerekse hemen hemen her evin Beylerbeyi Camine Cuma namazına faytonla geldiği zaman faytondan inmek için kullandığı basamaklar olarak kaldırımda sessizce varlığını koruyor.

Boğazdaki gezimize Ortaltında bulunan hediyelik eşya, cafe, restoran, bar gibi lokalleri ile günün gecenin her saatinde özellikle gençlerin gözde mekanlarının başında geliyor. Sokak aralarına dizilen tezgahlarda el işleri, incik boncuk türü gümüş takılar her daim ilgi görürken kısa molalar için ayaküstü bira veya kumpir, (içine konan salata türü çeşitlerle zenginleştirilen fırınlanmış iri patates) midye tava, kumru (İzmir e özgü, kızartılmış salamlı, sosisli sandviç) bulunabilen çarşısı, sahili, sokak ressamlarının sergiledikleri resimleri ile farklı olduğu kadar küçük bir eğlence merkezini andırması ile cazibesini koruyor.

İstanbul un ayrıcalıklı gece mekanları Laila, Raina gibi sahil boyu yer alıp paparazzilerin haber kaynağı lokalleri Ortaköy, Şifayurdu, Kuruçeşme gibi semtlerde geride bırakıp bir zamanlar Osmanlı çileği ile ünlenen küçük ama kokulu Arnavutköy çileğinin ana yurdu Arnavutköy’e geliyoruz.

İstanbul’un eski belediye başkanı Bedrettin Dalan dönemine ait icraatlardan biri olan kazıklı yol projesi ile kazanılmış sahil yolu Arnavutköyü yepyeni bir görünüme kavuştururken, sahil yolu cafelerde soluklanan semt sakinlerine, yol boyunca yürüyüş yapanlara, balık tutanlara çeşitli olanaklar tanımış. Yalılar sırasıyla gözden geçirilip bir güzel boyanmış yeni halleri ile eskiyi günümüze taşırken yaşamsal işlevlerine altlarına açılan restoranlarla hareketlilik kazandırmışlar.

Kazıklı yola bağlanan yat ve gezi tekneleri omuz omuza vererek dizili halleri ile gezintiye çıkanlara bir ölçüde Bodrum, Marmaris marinasını anımsatan bir tablo sergiliyorlar. Şimdi karşı yakaya geçiyor Beylerbeyinden ilerliyoruz biraz zor oluyor, boğazın Anadolu yakasına kazıklı yol yapılmadığı için denizle kucak kucağa yalılar orijinalliğini koruyor, belki de yoğun trafikyüzünden boğazın derinliklerindeki tarihi yalılara ulaşmak zaman içinde iki katlı yol ile mümkün olabilecekken, üst yoldan geçenlerin yalı duvarları üzerinden denizi görme imkanı da doğabilecek!

Konudışı
Bunlara da Bakabilirsiniz
Anadolu Yakasında Gezilecek Yerler
Avrupa Yakasında Gezilecek Yerler
 Konudışı Bitti – 

Beylerbeyinin komşusu Çengelköy, çiçeği üzerinde minicik körpe salatalıkları ile ünlü semtimiz. Kıyısındaki anıtlaşmış heybetli çınar ağacı altında oturması, kiralık kayıkları ile, farklı dinlenmeler sunarken taş fırında pişirilmiş odun kokulu ekmekleri en az salatalıkları kadar ilgi görüp İstanbulluları kendine çekmeye yeterli lezzetler barındırıyor. Boğazın ağız tadı bunlarla sınırlı kalmıyor ve bu defa geçiyoruz Rumeli yakasına ve devam ediyoruz.

Boğaz’ın damak tadlarından biri olup, bulunduğu ile semt ile adeta özdeşleşen Bebek Badem Ezmesi 1904 yılından beri bozulmayan kalitesiyle Cevdetpaşa Caddesinde satış dükkanında faaliyetine devam ediyor. Bebek sahilinde yer alan Bebek Parkı cafeleri ile sakin huzurlu ortamıyla ziyaretcilere boğaz havası eşliğinde seyir zevki yaşatıyor. Aşiyan, Rumeli Hisarı, yürüyüş yapıp, yemek yiyip oturabileceğiniz her tür çay bahçesi, pizzacı, balık restoranları ile dolu yerler.

Boğazın temiz havasında sabah yürüyüşüne çıkanların olduğu kadar bilhassa hafta sonlarında Bebek ve Hisar semtlerinin özel müdavimleri gerek sahil kesiminde gerekse yol tarafında bulunan kafe ve restoranları dolduruyorlar. Bunlar arasında Bebek Caminin her iki yanında bulunan kahveler boğaza karşı denizi seyrederek dinlenme kahvaltı yapma imkânı sunarken deniz üzerinde yer alan teraslı restoranları balık keyfi yaşatıyor.

Rumeli Hisarı sahili ise Hisar Kalesini geçtikten hemen sonra yol tarafında yer alan çeşitli mekânlarda kahvaltı yapmak, gazete okuyup bir şeyler içip, dinlenmek veya yemek yenecek yer alternatifleri sunuyor. İsterseniz menemen, omlet, çiğ börek, mantı isterseniz et, balık ızgara çeşitleri sipariş verebiliyorsunuz. Çay bahçeleri ise denizi biraz daha yüksekten görme imkânı sunan setleriyle konuklarını ağırlarken simit, peynir, demli çaylar, köpüklü kahveleri tercih ediliyor.

Antik Kafe Tel: (0-212) 265 50 89
Kale Çay Bahçesi Tel: (0-212) 257 55 78
Kale Kafe Pastane Tel: (0-212) 265 00 97

Dünyanın en güzel kentlerinden biri olan ve İstanbul un en belirgin özelliği ile kenti farklı kılan boğazın, her iki yanına şehir hatları gemileri gibi uğrayarak bir geziye çıkıyoruz. Gezimizi boğazı gerdanlık gibi süsleyen Birinci Boğaziçi köprüsü altından başlayarak, Rumeli ve Anadolu Kavağına kadar uzanan güzergah üzerinde önemli uğrak noktalarına, semtlere simge olmuş lezzetlere değinerek sürdüreceğiz.

Bu gezi İstanbul da yaşayanlar için belki de sadece çağrışım yapacak türden, hatırlatıcı olmakla beraber İstanbul dışında hatta yurt dışında yaşayanlar için bir vapur düdüğü, bir martı sesi, bir yalı fotoğrafı etkisi gibi ahhh şimdi orda olmak vardı dedirtecek. İstanbul hasreti çekenlere veya uzun süre boğaz gezisi yapmayanlara ise “sihirlitur” boğazı fotoğraflarla gözler önüne serecek…

Boğaza gezi yapan dolmuş motoru (maç motoru) benzeri teknelerin eski kum motoru tabir edilen mavnaların restore edilmesiyle kazanılmış gezi teknelerinin sıkça görüldüğü sahillerden ilerleyerek bu defa demlenmiş buruk tada sahip, ince belli bardaklarla sunulan çayı ile ünlü Emirgan’a geliyoruz. Tarihi Şerifler yalısı önünde bizi tarihi bir çınar karşılıyor altında bir çeşme ve Emirgan çay Bahçesi, iki adım atıp ilerleyenler Sakıp Sabancıya ait “Atlı köşk” önünden Emirgan Korusuna dönen yolu takip ederek bambaşka bir ortamın içinde buluyorlar kendilerini. Bahar mevsimi başlangıcında çeşit çeşit laleleri ile çıldırtan bir güzelliğe bürünen Emirgan Parkı içinde köşkler, oturup bir şeyler yiyip içebileceğiz seçenekler olarak göze çarpıyor. Kuş cıvıltıları arasında havuz çevresinde, parkta dolaşırken telaşlı olduğu kadar meraklı sincaplar gezinize renk katabiliyorlar.

Emirgan’dan ayrılmadan önce ilerleyen yol boyunca daha sık görebileceğiniz tekneler yer almaya başlıyor. Son bir yıl içinde sayıları hızla artan bu tekneler boğazın Avrupa yakasında hemen hemen her koyunda karşınıza çıkabiliyor ve konuklarına teknede balık keyfini yaşatmak için hizmet veriyorlar!

Tekrar karşıya geçiyoruz.

Gezimizi Çengelköy’de bırakmıştık geliyoruz Küçüksu Kasrına. Ziyaret edilebilir, göz kamaştıran güzelliğe sahip Küçüksu Kasrı yanında yer alan, Fatih Sultan Köprüsünün tabyalarının yapımında kullanılan saha bir zamanlar mısırların kazanlarda kaynatıldığı ünlü bir mesire yeri olarak hatırlanırken şimdi bu bölüm yapılan çalışmalar nedeniyle kapalı.

Bu arada Anadolu Hisarı ve Göksu çıkıyor karşımıza.

Geç de olsa anlaşılan değeri sayesinde burada da değişim gözleniyor. Boyanmış yalılar daha bakımlı, Göksu Deresi kıyısında çay bahçeleri, renk renk kayıkları uzaktan bakanları fotoğraf çekmeye, resim yapmaya seyretmeye imrendiriyor,esin kaynağı oluyor. Şimdi de boğazın köprü manzaralı, lüks balık lokantaları ile anılırken şöhretini Yoğurt ile yapmış Kanlıca koyuna geliyoruz. Sahilde bir vapur iskelesi kıyıda oturup yoğurt yiyecek açık ve kapalı bölümleri ile mekanlar, ulu çınar ağaçları altında çay bahçeleri, balık satanlar görebilecekleriniz arasında sıralanıyor.

Kanlıca Yoğurtçusu‘nun sahil masalarından birine oturup bardak yoğurtlardan istiyorsunuz yanında pudra şekeri ile servis ediyorlar, yoğurt molanız süresince boğazdan geçiş yapan gemiler adeta yanınızdan geçiyorlar, sahile vuran dalga sesleri arasında özellikle öğleden önceki saatlerde daha sakin olan mekan da dinlendiğinizi fark ediyorsunuz. Özellikli yerler arasında bulunan bu semt “Kanlıca’ya gidip yoğurt yiyelim” esprisini günümüzde hala yaşatıyor.

Hadi yine karşıya Avrupa yakasına çay molası verdiğimiz Emirgan’dan bu defa bir başka koya İstinye ye geliyoruz.

Yıllarca hizmet vermiş tarihi tersanesinin taşınmasıyla İstinye koyu yepyeni çehresiyle karşımıza çıkıyor. Çevreyi kirlettiği söylenen tersanenin gri boyalı yüzer havuzları içinde iskelelere çarpmaktan hasar görmüş Küçüksu, Koçataş,Ülev, Suvat, Halas, Sarayburnu gibi isimler taşıyan şehir hatları gemileri, kömürlü römorkörler artık görünmüyor. Bomboş koyda demirli küçük tekneler sahillin bir yakasında nefes almaya başlayıp fark edilen yemyeşil ağaçlar koyun diğer sahilinde manzaralı oturma yerleri, balık satıcıları, yatlar, yüzer balık lokantaları manzarası ile tablo güzelliği sergiliyor.

İstinye’den Yeniköy’e gelirken uğramadan geçemeyeceğimiz bir muhallebici var. Yıllardır bozulmayan lezzeti ile muhallebici Zeynel de vereceğiniz mola sütlü tatlıların unutulmaya yüz tutmuş lezzetleri yeniden hatırlamanıza neden oluyor. Vereceğiniz siparişleriniz arasında, su muhallebisi üzerine gülsuyu dökülmüş ve pudra şekeri serpilmiş haliyle damakta tat bırakırken, dondurmalı veya sade olarak isteyebileceğiniz üstü fırında yanarak karartılmış kazandibi, tavuk göğsü, keşkül, sütlaç, güllaç, aşure, zerde farklı bir tat yolculuğuna çıkmanızı sağlıyor. Canlı hayat dolu Yeniköy yalıları, motorlarla denizden açık hava müzesi gibi gezi yapan yabancı turistleri ağzı açık bırakıp hayranlıkla fotoğraf çekmelerine neden olurken iskelesinden karşı yakaya Beykoz’a geçiş imkanı da veriyor. Hazır Beykoz’dan söz etmişken kısaca değinmek gerekir.

Beykoz’a komşu Paşabahçe, bölgede bulunan rakı fabrikasının etkisiyle çevreye rakının ham maddesi anason kokusunu yayarken bir zamanlar çayırında pikniklerin yapıldığı, paça çorbası ile ünlü Beykoz ızgara balık kokuları ile gerek Anadolu Kavağına gerekse Polenezköy’e gidenleri uğurluyor. Biz yine Avrupa yakasındaki yolculuğumuza devam ediyor ve Yeniköy sahilinde yol alırken Kireçburnu fırınına uğramayı da ihmal etmiyoruz. Krik krak, sade çay kurabiyesi, paskalya çöreği (Üzümlü veya sade) üzümlü gevrek, poğaça çeşitleri ve dumanı tüten kıymalı börek hem oracıkta yenebilecek hem de paket yaptırıp eve taşınması gereken lezzetler arasındaki yerlerini koruyorlar. Sahilde hatta karaya taşan masalarıyla burada da yüzer balık lokantaları dikkat çekiyor.

Cumhurbaşkanlığı yazlık köşkü önünde süre gelen yol genişletme çalışmaları devam ederken boğazın dantel gibi işli bir başka şirin koyuna geliyoruz.

Koy içi sayısız teknenin demirlediği, kıyılarına sıkış sıkış yatların bağlandığı, yol tarafı ise müzikli restoranların daha ziyade tavernaların yer aldığı Tarabya koyu yıllardır değişmeyen görüntüsü ile, bu defa Tarabya otelinin suskunluğuna karşı karakteristik özelliğini hala koruyor. Tarabya tavernaları havanın kararmasıyla beraber her akşam birbirlerini hiç tanımayan konukların birazda içkinin tesiriyle vur patlasın çal oynasın misali hayata meydan okuyanların eğlencelerine sahne oluyor.

 

Yine bir kazıklı yol bu defa Büyükdere’ye geliyoruz sahilde çay bahçeleri ilginç ağaçlar, yol tarafında Koç Ailesine ait Sadberk Hanım Müzesi ziyaretinizi bekliyor. Müze içinde Bizans dönemi parçalar, toprak kaplar, bronz heykelcikler Kütahya, İznik türü nadide çiniler vakfiyeler, fermanlar, etnografik eserler görülebiliyor. Büyükdere üzerinden Sarıyer’e yaklaşırken yazın mısır kazanları, kağıt helva arası dondurma mı yesek, yoksa boğazın bir başka ağız tadı ünlü Sarıyer börekçisine mi uğrasak diye düşünebilirsiniz. Buna birde kaynaklardan doldurulan pınar sularını, balık lokantalarını, balık pazarını, çarşının karşı konulmaz lezzetlerini ilave ederseniz sadece Sarıyer’e bir gün ayırmak gerekebilir. En iyisi boğaz gezimize devam edebilmek için Sarıyer börekçisine uğrayıp şöyle bir paket kıymalı veya peynirli börek kestirsek veya ikinci kata çıkıp denize karşı orada mı yesek diye düşünürken çarşı içinde kırmızı tablalar üzerine dizilmiş mevsim balıkları, ışıl ışıl yanan ampuller altında üzerlerine serpilen sular aklımızı çeliyor.

Sarıyer sahilini kaplayan balık lokantalarına geliyor mısır ununa bulanıp kızartılarak altın sarısı rengiyle iştah kabartan palamut dilimlerinden yemeye karar vermek üzereyken biraz daha ilerlemeye ne dersiniz. Boğazın sonuna geldik sayılır. Rumeli Kavağına yaklaşırken yanımızda Telli Baba durağı ve genç kızların özellikle de evlenme çağına gelen gelin adaylarının ve gelinlerin ziyaret yeri bulunuyor.

Telli Baba

Telli Baba Türbesi evlenmek isteyen genç kızların türbeyi ziyaret ettikleri ve bu ziyaret sırasında daha önce bırakılmış olan gelin duvaklarından tel alıp hayırlı bir kısmet için dua ettikleri bir türbe. Dilekleri yerine gelenler Türbeye tekrar gelip bu defa hem duvaklarından tel bırakıyor hem de teşekkür için vaat ettikleri ziyaretlerini yerine getiriyorlar. Telli Babanın hikayesi ise oldukça ilginç.

Zamanında tahlisiye memuru olarak görev yapan, gemilere kılavuzluk hizmeti veren görevli bir gün nöbeti sırasında havanın aniden patladığı, denizin kabarıp dalgalandığı anda bir bakmış ki fındık kabuğu misali bir kayık içinde genç bir kızla oğlan dalgalarla boğuşuyor. Çok geçmeden korkulan olmuş kayık devrilmiş, genç kız bir tarafa delikanlı diğer bir tarafa dalgalar arasında bir görünüp bir kaybolmuşlar. Tahlisiye memuru koşmuş kıyıya, atlamış denize genç kızı boğulmak üzere iken yarı baygın halde kurtarıp sahile çıkarmış, delikanlıyı bulamamışlar!. Aradan yıllar geçmiş ve genç kız evlenme çağına gelmiş gelinliği ile şükran borcunu ödemek ve teşekkür etmek için bu mutlu günü yaşamasında borçlu hissettiği tahlisiye memurunun bulunduğu yere gelip kendisini sormuş. Görevliler mezarının bulunduğu yeri göstermişler. Genç kız memurun vefat ettiğini öğrenince çok üzülerek mezarı başında ağlamaya başlamış ve telli duvağını mezara bırakıp ayrılmış. Bu hikaye dilden dile anlatılır olmuş, gelinlik çağa gelen kızlar gelinlere yardım elini uzatan Telli Babaya ziyareti o günden sonra bir görev saymışlar. Gelenek günümüzde de devam ediyor. (Bu olay bana Hürriyet Gazetesinde görevli değerli büyüğüm, fotoğraf hocam “Türbeler Araştırması” bulunan gazeteci, rahmetli Sayın Çetin Şencan tarafından aktarılmıştır.)

Telli Babadan aşağı doğru deniz seviyesine inenler sağ tarafta bulunan balıkçı barınağı yanından kıyısı balık lokantaları ile kaplı Rumeli Kavağına ulaşıyorlar. Yola devam edenler yine balık lokantalarının bulunduğu bir başka meydana geliyorlar. Bundan sonrası restoran ve masa seçmeye kalıyor. İsterseniz deniz kenarı isterseniz restoranların ikinci katları, teraslarına kurulup deniz ürünü siparişlerinizi veriyorsunuz. Eylül ayından itibaren lüfer ızgara rağbet görürken mevsimine göre diğer balık çeşitleri yanında kavakların meşhur midye tavaları tarator sosu ile, karides güveç, kalamar, limonlu roka salatası en çok istenenler arasında yer alırken tam karşınızda bulunan Anadolu Kavağı, kalesi, Yuşa Hazretleri ile ziyaret edilen boğazın balıkçı köyü olarak konuklarını ağırlıyor.

Tahir Dinç
2006 yılında bu yana tatilcilere gerekli bilgileri aktarmak için açmış olduğumuz Tatilpanosu.net 'de yazarlık yapıyorum. Türkiye'nin en çok okunan "Gezi Rehberi" olmaktan dolayıda mutluyuz. Sizlere faydalı tatil içerikleri eklemek için çalışmalarımıza devam ediyoruz.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz